Sokakları Ele Geçirmek
“müzikli direniş”
Müzikal Direnişin Kısa Tarihi
Rave Kültürü
Rave kültürünün beslendiği birçok kaynak vardır. Bu kaynaklardan ilki, Jamaika “soundsystem”leridir . Soundsystem, Jamaika’da ’60lı yıllarda başlayan ve günümüzde hâla devam eden önemli bir gelenektir. ’60lı yıllarda, adanın ilk yarattığı müzik olan ska, uluslar arası bir üne kavuşmuş, İngiltere ve Amerika’da son derece moda bir müzik türü haline gelmiştir. Bu esnada, Jamaika’da ska, artık fazla hızlı gelmeye başlamış, Jamaika’lı müzisyenler, tempoyu düşürmüş ve “rocksteady” tarzına geçmiş, ardından yüzlerini Afrika’ya, köklerinin kopartılıp getirildiği kara kıtaya ve Afrika’da taç giyecek siyah adamın tüm siyahlar için kurtarıcı olacağına inanan Rastafarian’lara dönmüş ve dolayısıyla sözleri özgürlükten, esaret günlerinden, tek aşktan, birleşen Afrikalılardan, Marcus Garvey ve Ras Tafari Halie Selassei’den bahseden, reggae doğmuştur. Jamaika’lı ‘madun’lar, şiddete başvurdukları kadar – Kingston sokaklarında dolaşan, genellikle silah taşıyan ve ona buna sataşarak kendilerini efendi ilan eden ‘rudeboy’lar – onlara cesaret veren ve ellerindeki tek bağımsız iş olanağı olan müziğe yönelmiştir. Bu son derece fakir, eğitimsiz ve zor şartlar altında yaşayan Jamaika’nın aşağı sınıfı, ‘soundsystem’i icad etmiştir. Soundsystem, kısaca “sokak diskosu” olarak tanımlanabilir. Birkaç büyük amfi, bir pikap, çok sayıda 45lik – ki Jamaika’da her gün bunlara bir yenisi ekleniyordu - ve bir DJ, bu “madun eğlencesi” için yeterlidir. Üstelik soundsystem’ler sadece müzik endüstrisinin değil, soundsystem’in kurulduğu sokaklardakilerin de biraz para kazanmasını sağlıyordu. Bir süre sonra, DJ’ler sıradaki şarkıyı tanıtmaktan daha fazla şey yapabileceklerini fark ettiler ve bundan bugün tüm dünyada, özellikle Fransa’da –ve ne “tesadüf”tür ki, genellikle göçmenler- tarafından üretilen bir müzik olan, temelde “reggae karaoke” olarak adlandırabileceğimiz dub tarzı doğmuştur. Reggae’nin bir diğer çocuğu ise, hip-hop’tır. Hip-hop bugün biraz altın takılı, şişman zengin siyah adamlar ve onların etrafındaki güzel kalçalı, büyük göğüslü kadınlar üzerine kurulu olarak gözükse de, aslında son derece politik bir duruştur ve yine, bu müziğe sahip çıkanlar ve üretenler, “madun”ladır.
Rave’in beslendiği diğer kaynaklar, reggae’yi benimsemiş olan Hippi’ler ve Punk’lar; New Age’ciler; yüzyıllık Karnaval geleneği; Ecstacy’nin etkisi; gay kültürünün ve Funk hareketinin ve Acid House’un yükselişi olarak sayabiliriz.
İngiltere ve Kuzey Amerika’da anarşit Hakim Bey’in – asıl adı Peter Lamborn Wilson – teorileri dikkat çekmeye başlar. Hakim Bey, Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin teorilerinden ve bunların yanı sıra, Fourier, William Burroughs gibi isimlerden oldukça etkilenmiş, teorilerini iki ana fikirde birleştirmiştir.
Bunlardan birincisi olan T.A.Z, “temporary autonomous zone” yani geçici otonom bölge temelde Deleuze ve Guattari’nin “Mille Plateux” adlı eserinde anlattıkları “pürüzsüz uzam” [smooth space] fikrini hayata geçirmektir. Pürüzsüz uzam, ne hiyerarşileştirilmiş ne de bölgeselleştirilmiştir, burada her şey mümkündür, özgür düşünce ve hareketin üretken şekillerde ortaya çıktığı yerdir. Hakim Bey, T.A.Z’ı uzun uzadıya anlatmaktansa şöyle yazar: “eğer bu aşama geçerli olursa, zorlanılmadan anlaşılacaktır… eylemle anlaşılacaktır.” Ancak, T.A.Z’ın bir devrim olmadığını açıklamıştır. Devrim, sonrasında tarihsel olarak, her zaman bir gerilemeyi, Devlet’in gücünü arttıran, ezici bir dönemi beraberinde getirmiştir. Hem Deleuze ve Guattari, hem de Hakim Bey, devrim kavramını reddeder. Bunun yerine, tarihin dışında, özellikle Marx’ın kullandığı Hegelyen tarih anlayışının dışında yürüyen şeylerle ilgilenirler. Hakim Bey, genellikle başarısız devrim olarak nitelenen isyan fikrine tutunur, onun için isyan, hayatları değiştiren bir gerilim noktasıdır: devrim, ardından gerici sonuçlar getirirken isyan olumlu bir farklılık yaratır.
TAZ, diğer taktik ve organizasyonların yerine geçecek ayrıcalıklı bir yöntem değildir. Sadece, şiddet ve acıya gerek kalmadan, isyanın kalitesini yükseltebileceği için önerilmektedir. TAZ, Devlet’le bağlantılı olmayan bir başkaldırı gibidir, bir bölgeyi (bir toprağı, zamanı, hayal gücünü), özgürleştiren ve Devlet onu yok edemeden önce, başka bir yerde/başka bir zaman yeniden oluşana kadar kendini çözen bir formdur. Devlet, öncelikle “madde”dan çok “taklit”le ilgilenir, TAZ, bu bölgeleri gizlice “ele geçirebilir” ve onun şenliğini görece huzur içinde devam ettirebilir. Tabii ki, dağlardaki bölgeler gibi bazı küçük TAZ’lar, fark edilmediklerinden hayat boyu sürebilirler. TAZ, görünmezdir ve Devlet radarının altındadır. Devlet haritasının bir boşluk, bir açıklık bıraktığı yerde, bir aktivite fark edilmeden gerçekleştirilebilir.
Birçok grup, TAZ fikrinden etkilendi ve bunun sonucu olarak İngiltere’de rave kültürü, depo, tarla gibi yerlerde spontane, bedava partilerle birleşmiş oldu.
1979 yılında yaşanan büyük petrol krizinden sonra çıkmaza giren emperyalist endüstriler, otomotiv sektöründe aldıkları darbenin yarattığı açığı, fabrikaları kapatarak gidermeye başladılar. Özellikle büyük bir sanayi kenti olan Detroit'teki otomotiv fabrikalarının kapanmasıyla başlayan süreçte yaşanan işsizlik, tüm ağır işlerini çok kötü koşullarda yapan siyahların bir araya gelerek yeni bir kültür yaratmasına yol açmıştır. Kapanmış fabrikalara ait dev hangarlarda yaptıkları "Rave" adlı partilerde, analog plakları pikabın üstünde ileri geri döndürüp, "Scratch" atarak ilk techno ve hip hop örneklerini yaratmışlardır. Barışçı partilerde sahne alan "Funk" performansçılarından ve Marksist Kara Panterler Partisi'nin marşlarını üreten "Rap" gruplarından etkilenen Turntable (pikap) üstadları, dedelerinin pamuk tarlalarındaki ezilmişliğin hüznünü anlatan "Blues"unun, ve Jamaika’lı dedeleri – ve tabii ki ninelerinin - köklere dönmekten, isyandan, ırkçılıktan, esaret günlerinden söz eden reggae yerine, dakikada 120 vuruş içeren sert ve öfkeli bir müzik ürettiler. Buna karşılık defalarca basılan Rave'lerde polisin vahşi saldırılarına maruz kalan yüzlerce siyah sanatçı tutuklandı, yaralandı ya da başka kötü muamelelere maruz kaldı.
Hakim Bey’in ikinci fikri P.A.Z, “permanent autonomus zone” yani kalıcı otonom bölgedir. PAZ, devrimci değildir, ancak alternatif bir yaşam ve ekonomi sunar. Coğrafi sınırların, zaman dilimlerinin ve ulusların dışında bir gizli toplum olabilir.
Tüm bu fikirler, Rave kültürünü etkiledi ve başlamasında da ilham kaynağı oldu. Spiral Tribe gibi gruplar, İngiltere’de anarşist komünler ve gezici gruplar organize etti. Liberator kardeşler gibi gruplar İngiltere depolarında gizli partiler düzenledi. Bu esnada, bütün dünyada rave kültürü kendiliğinden yayılmaya başladı. Paris’ye yer altı mağaralarında, tünellerde; İsrail ve Kaliforniya’da çöl partileri; Washington’da orman partileri; Birleşik Devletleri Orta Batı’da tarla partileri verildi.
Sokakları Yeniden Ele Geçirmek
Rave kültürünün, yeni sosyal hareketlerle birleşmesi, bizi bu yazının ana konusu olan “Reclaim The Streets” grubuna götürüyor.
Reclaim The Streets, 1991 yılında İngiltere’de doğmuş, 1995 yılında politik aktivizm ile birleşen rave-festival kültürüyle birleşmiştir. İsminden de anlaşılabileceği üzere, politik duruşları sokakları yeniden ele geçirmek üzerine kurulu olan bu grup, aslında planlı ve organize bir “grup” değil, bir dolaysız eylem grubudur. Aralarında bir hiyerarşi ilişkisi yoktur ya da bir başkana sahip değildirler. Reclaim The Streets’in sokakları ele geçirişinde herhangi bir şiddet unsuru da yoktur. Aksine, yazının başında söz ettiğim Jamaikan soundsystem’lerinde çalınan rave müziği ve bolca “karnaval” bulunur. Önceden belirlenmiş bir sokağı, caddeyi veya otobanı barikatlarla trafiğe kapatan insanlar, burada soundsystem’ler kurar ve sokak partileri verirler. Bu partilerde müziğin yanı sıra, yiyecek ve içecekler, bilgilendirme masası, juggler’lar ve çocuklar için “parke taşlarının altında kumsal var” dercesine, bu sefer kaldırımları sökmek yerine yerlere yığılan kum havuzları bulunmaktadır.
Öncelikle İngiltere’de başlayan “Reclaim The Streets” sokak partileri, yavaş yavaş uluslar arası bir nitelik kazanmış, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın bir çok ülkesinde sokak partileri verilmeye devam edilmiştir – edilmektedir.
Reclaim The Streets’in bu sokak partilerini vermesinin, trafiği kesmesinin ve bir sokağı/caddeyi/otobanı bir süreliğine bir “karnaval” yeri haline getirmesinin nedeni tabii ki eğlenceye doyamayan İngiliz’lerin ne yapacaklarını bilememesinden kaynaklanmıyor.
Propaganda metinlerinden de anlaşılacağı üzere, Reclaim The Streets, iktidarın çözülmesi gereken yerlerin sokaklar olduğu fikrinden yola çıkmıştır.Lefebvre ve ondan etkilenen Situasyonistlerin de belirttiği üzere, gündelik hayatın kendisi içinde devrimci hareketler taşımaktadır. Gündelik hayatın sürdüğü, iktidarla karşılaşılan ve savaşılan yerler olan sokaklar, aslında gündelik hayattan zevk alınan, zevkin yaratıldığı ve beslendiği bir yer olmalıdır. Sokağın bu denli önemli bir sembol olmasının nedeni, kişilerin “medeni olma” hallerinin merkezi olmasıdır. Sokaklar, bu medeniyet kurallarıyla doludur: bir kuşağın çocukken TRT ekranlarında izlediği Bay Doğru’nun öğrettiği gibi, karşıdan karşıya geçerken önce sola sonra sağa, sonra tekrar sola bakılır. Yaya geçitleri, trafik ışıkları, bisiklete kapalı ve açık alanlar, kaldırımlar/yollar, top oynamanın yasak olması gibi ve yabancılarla konuşmamak gerekliliği, büyük şehirlerde “risk kültürü” yükseldikçe daha trajik hikayelerle süslenen daha sayamadığım bir çok kural, bireyi içeride tutmak, onu evine, iş yerine, alışveriş merkezine, üyelikle girilen spor salonlarına, konser salonlarına, tiyatro ve sinemalara “kapatma” etrafında gelişmektedir. Sokağın dışında yani içeride tutulan insan, iş iktidarla mücadeleye girmeye gelince, kendisini kaçınılmaz bir şekilde umursamazlığın içinde bulan birey, “kaldırımdan gidip bunu en güvenli şekilde mi oynasam, yoksa sokağa mı çıksam?” ikilemini yaşar. Oysa ki, sadece en büyük riskleri alanlar toplumdaki değişiklikleri yaratacaktır.
İş yerleri, evler, alışveriş merkezleri, okullar ve sinema, tiyatro, konser salonları gibi “kültür merkezleri” yerleri ve bunların sürekli türetilen kombinasyonları: içinde sineması, tiyatrosu, konser salonu, galerisi, spor salonu olan alışveriş merkezleri ya da bunların her birinin bir arada bulunan şehirden uzakta konumlanmış “güvenli ve huzurlu” siteler : çocuklarınızı güvenle yetiştirebileceğiniz hayal kentleri. Bu alanların düzenlenme şekli, fabrikalardaki iş ve emek bölünmesiyle başlayan ayrımı beraberinde getiriyor. Bu bölünmeler, bireyi dilimlerine ayırıyor; onun zamanını ve yaşamı birbirinden ayrı tüketim nesnelerine çeviriyor. Oysa ki sokaklar, insan hareketinin ve sosyal iletişimin, özgürlüğün ve spontaneliğin gerçekleştiği canlı bir mekanlardır. Kapatmanın tekerlekli araçları olan arabalar ve kamusal alanın araba formuyla özelleşmesi, büyük şehri tanımlayan komşuluk ve komünitenin tükenmesine neden oluyor. Bu nedenle insanlar, topluluk olma arzularını başka şekillerde tatmin ediyorlar. Arzunun taklidi insanlara televizyon dizileri olarak geri satılıyor. Dizilerde, “sokak” ya da “meydan” gibi somut alanlar taklit ediliyor ve kapitalizm her şeyi yerle bir ediyor. Bu senaryoda, gerçek sokak steril. Sokaklar, içinde olunacak bir yerden çıkıp geçilip gidilecek bir yer haline dönüşüyor. Semtler, koca alışveriş merkezlerine dönüşüyor; sokaklar sadece başka şeyler için var oluyor: vitrinler, reklam panoları ya da benzin istasyonları. Kapitalizm sokakları insanlardan çalarak, onu bir benzin parasına geri satıyor. Zamanı mekandan üstün tutuyor, her ikisini de hız takıntısı ya da ekonomik dilde “ ciro”ya indirgiyor, bozuyor. Hareketleri önceden saptanmış olduğu için bu sistemi kimin “kullandığı” önemli değil.
Sokaklar tüketimin ya da belli bir topluluktan sıkı bir güvenlikle korunan alışveriş “kasaba”larının koridorları olmasalar, sadece arabalara ait olmasalar daha iyi olmaz mı? Arabaya, araba olduğu için karşı olmak tek bir parçanın bütün yapboz olduğunu varsaymak kadar son derece anlamsız. Ancak arabasız mekanlar için verilen mücadele global kapitalizme karşı verilen mücadeleden ayrı tutulamaz. Kapitalizme karşı mücadele, içinde arabasız alana karşı verilen mücadeleyi de taşımaktadır. Sokaklar arabalarla dolu olduğu kadar kapitalizmle dolu ve kapitalizm kirliliği çok daha sinsi.
Reclaim The Streets, kapitalizme karşı verdiği mücadeleyi sokaklardan başlatıyor. Temel mücadeleleri kamusal alanı, özel kapatılmış alandan geri almak olan Reclaim The Streets, bunu “karnaval” ile birleştirerek yeni bir sosyal hareket yaratıyor.
Sokak partilerinde, binlerce insan, ana yollardan birini kapatıyor ve “sokaklar işte şimdi açık” diyor. Sokak partileri, sadece araba karşıtı gösteriler değil, aynı zamanda bireylerin bastırılmış potansiyellerini bulmalarına yardımcı olan, farklılıkların ve birlikteliklerin kutlandığı, karşı koymanın festivali.
Devrim tarihinin görkemli anları her zaman festivallerle yani karnavallarla mümkün olmuştur. Bastille ayaklanması, Paris Komünü, 1917-1919 devrimleri, ’68 Paris’i. Buna karşın, popüler festivaller, iktidar sahipleri tarafından düzenlenmektedir. Türkiye’de H2000 ile miladını belirleyebileceğimiz ve bugün büyük ölçüde Rock’n’Coke’un bayrağı devraldığı festivaller, büyük güvenlik önlemleri altında yapılmakta. Festival alanları aylar önceden ayarlanıyor, festival öncesi dağıtılan broşürlerde/internet sitelerinde festival alanına girmesi yasak olan maddeler tek tek belirtiliyor, hatta kişinin yanında getireceği ilaç için doktor raporu bile isteniliyor. Alana girişlerde insanların üstleri ve çantaları tek tek kontrol ediliyor. Peki, iktidar neden özgür kutlamadan bunca korkuyor? Kalabalıkların kendi güçlerinin farkına varmalarından olabilir mi?
Karnaval, ortaçağdan bu yana, düzeni ters-yüz etmenin işaretidir. Bakhtin’in ortaya attığı bu kavramda, hüküm süren gerçeklik ve belirli düzen geçici olarak ortadan kalkar. Bütün hiyerarşik farklılıklar, ayrıcalıklar, düstur ve yasaklar ortadan kalkar. Karnaval, insanların izlediği bir temsil değildir; bu kez temsili içinde olarak kendileri yaratırlar; herkes karnavala dahil olmak ister çünkü karnaval bütün insanları içine alır. Karnaval, şenlik, gülmek, yemek, içmek, olmayacak yerlerde olmayacak davranışlarda bulunmaktır.
Karnavalesk bir durum olan Sokak Partileri’nde Artık Bay Doğru yoktur. Sağa sola bakmak gereksizdir. Yabancılarla konuşulabilir: kimse kimseye zehirli bisküvi ikram edip böbreğini çalmayacaktır. İnsanlar bir süreliğine yeniden kendilerinin olan otobanlarda yatabilir, yol yapımında kesilen ağaçların yerine yenisini dikebilir, sokaklarda dans edebilir ve caddelerdeki kum havuzlarında oynayabilir. En basitinden karşıdan karşıya geçmek için trafik ışıklarını beklemek gerekmez ve motor sesi yerine müzik ve kahkaha sesleri duyulur.
“Reclaim The Streets” platformunun yarattığı bu Sokak Partileri kavramıyla, kapatılmaya alışmış ve bunun dışına çıkınca ne yapacağını bilemeyen insanlar, doğrudan eylemle tanışıyor. Doğrudan eylemle insanlar yeni bir kendine güven hissi ile bireysel ve toplumsal güçlerine dair farkındalık geliştiriyor, otoriteye karşı direniyorlar. Doğrudan eylem, sadece bir taktik değil, aynı zamanda bireylerin, bürokrat ya da politikacılar olmadan hayatlarını kontrol edebilme ve sosyal hayata katılabilme yetisini sağlıyor.
**
Bir gün, kapitalizmden ayrı düşünmenin imkansız olduğu trafikte sıkışıp kalan insanların tek tek arabalarını oracıkta bırakıp yürümeye başlayacaklarına inanıyor ya da buna inanmayı tercih ediyorum.
***
* Soundsystem’ler hakkında daha fazla bilgi için BBC Documentaries: “The History of Jamaican Music” 1,2&3
* Musikal Resistance: A Short History (I),Bu yazı, ilk kez 26 Kasım 2001’de “Rebelstar Activist Treat”te okunmuştur. www.spaz.org/node/658
* http://www.hermetic.com/bey/taz_cont.html
* Erden Kayıptaş, Geçiş, Kültür ve Sanatta Tavır
* http://rts.gn.apc.org/
Lefebvre, Henri, The Critique of Everyday Life,1947